Özgür Bella, Frankenstein’a karşı
Müjde Işıl – Sinemaseverler olarak Frankenstein’ı Boris Karloff’un makyajla desteklenmiş korkutucu yüzüyle özdeşleştirsek de bu varlık en başından beri kadın bakışını yansıtıyordu. Mary Shelley’nin henüz 18 yaşındayken Lord Byron ile giriştiği meydan okuma, ta 1818’den günümüze sürecek Frankenstein efsanesinin doğmasını sağlamıştı. Fırtınalı bir gecede yazdığı rivayet edilen eser, Shelley’nin adı kullanılmadan yayımlandı. Yıllar sonra Shelley’nin ismi yazar olarak kitaba eklenirken yüzyıl sonra da Alasdair Gray’in 1992 tarihli romanı “Poor Things”e esin kaynağı olacaktı.
Sinema tarihindeki Frankenstein yorumlamaları bu canavarımsı yaratığın yalnızlığı ve ötekileşmesi üzerine kurulu. Dışarıdan korkunç bir yok edici olarak görülen Frankenstein, zaman içinde insani tepkiler vermeye başlıyor; tek olmaktan, sevilmemekten kaygı duyarak yaratıcısı Victor Frankenstein’dan kendisine bir eş yaratmasını talep ediyor. Yorgos Lanthimos’un yönettiği ve Tony McNamara’nın Alasdair Gray’in romanından uyarladığı “Poor Things/Zavallılar”da ise kadın kimliği üzerinden meydan okuma ve özgürleşme teması hâkim. Luis Buñuel’in “Gündüz Güzeli”nden de ilhamla…
Fütüristik bir dünya
Film, Viktorya dönemi Londra’sında intihar eden bir kadının Bella Baxter kimliğiyle yeniden hayata döndürülmesini ve kendi kimliğini keşif yolculuğunu anlatıyor. Yani aslında bilindik bir miti tersine çeviriyor. Erkek Frankenstein’ın korkutuculuğunun yerini kadın Bella’nın çekiciliği alıyor. Bella Tanrı olarak kodladığı bilim insanı tarafından yaratılıp dış dünyadan koparılmaya çalışılsa da hem kendini hem de yaşamı keşfetmeye dair büyük bir açlık hissediyor. Bella’nın yolculuğu, klasik Frankenstein yorumlamasındaki Tanrı’ya meydan okuma ve insan aklının kendi canavarını yaratması fikrinden uzakta, esirgenen ve korunan kadının zincirlerini kırıp özgürleşmesi, hayatı başkalarının değil kendi tercihlerine göre yaşaması doğrultusunda ilerliyor. Mary Shelley’nin buna yorumu ne olurdu, merak etmemek elde değil.
Yorgos Lanthimos sevdiğimiz o yaratıcı bağımsız ruhunu bu büyük prodüksiyonda da koruyor. İlk dönem filmlerini hatırlatan yabancılaşma hissi, eksantrik mizahı ve seyirciye mesafesi “Zavallılar”da da hâkim. Ama bu sefer atmosfer yaratmada bilim kurgunun esnek sınırlarını zorlayarak barok ve gotik karışımı zengin bir evren yaratıyor. Eski dönemde geçen fütüristik bir dünya… Çok gösterişli bu görsel dünyanın senaryosal karşılığında ise bazen odağından uzaklaşan, erkek karakterin acizliğini ve düşüşünü göstermek için mizahı fazlasıyla basitleştiren bölümler mevcut. Zengin-fakir ayrımının eleştirisindeki yüzeyselliği de buna dahil etmek lazım. “The Favourite/Sarayın Gözdesi”nin ardından Lanthimos ile yeniden bir araya gelen Emma Stone, bebek saflığından özgür kadınlığa, onca farklı duyguyu bedeni ve mimiklerindeki değişimlerle tam bir dışavurum tarzıyla anlatıyor. Lily Gladstone ile birlikte En İyi Kadın Oyuncu Oscarı’nın favorisi. Mark Ruffalo ve klasik Frankenstein’ı anımsatan Willem Dafoe’lu “Zavallılar”ın en tatlı sürprizi ise efsanevi Hanna Schygulla’yı perdede görebilmek.